Logo

ZİYA GÖKALP'IN DİL ANLAYIŞI

  1. DİL VE EDEBİYAT
  2. MAKALE

Resimler

Temizlikten Tehzibe Uzanan Millî Bir İnşa

Dil, yalnızca kelimelerin dizilişinden ibaret bir iletişim aracı olarak görülmemelidir. Dil; bir milletin tarihini, ruhunu ve kültürel varlığını taşıyan canlı bir organizmadır. Bu nedenle dil üzerine düşünmek, bir milletin varlığı ve devamlılığı üzerine düşünmekle eş değerdir. Türk milliyetçiliğinin fikir mimarlarından Ziya Gökalp’ın[1] dil anlayışı da bu bakımdan yüzeysel bir sadeleştirme projesi olarak düşünülmemelidir. Gökalp’ın anlayışı, dilin geçmişle kurduğu bağı koparmadan onu geleceğe taşıyacak bir millî inşa süreci olarak şekillenmiştir. Gökalp, dildeki reformun hem tarihsel mirasa saygılı hem de halkın sezgisel yönelimlerine bağlı olması gerektiğini savunur. Onun yaklaşımı, temizlikten tehzibe[2] uzanan çok katmanlı bir reform vizyonudur.

Gökalp’a göre dil, bir milletin harsını[3] ve mefkûresini[4] taşıyan temel araçtır. Gökalp; dilin kültürün temel bir bileşeni olduğunu savunmuş, toplumsal birleştirici gücüne vurgu yapmıştır. Demir’in belirttiği gibi Gökalp, dili toplumun sosyolojik dokusunu inşa eden bir unsur olarak görür (Demir, 2024). Bu yaklaşım, onun pozitif bilim anlayışını kabul eden ve Durkheimcı sosyoloji anlayışıyla da örtüşür. Dil; kültürle, estetikle ve millî bilinçle iç içe geçmiş bir kimlik unsurudur. Bu nedenle Gökalp için dil meselesi edebî olmasının yanında ideolojik, sosyolojik ve ahlâkî bir meseledir.

Tasfiyeciliğe Karşı Eleştiri

Gökalp’ın en dikkat çeken tutumlarından biri, aşırı tasfiyeciliğe[5] karşı verdiği tepkidir. Ona göre yaygın olarak kullanılan yabancı kökenli sözcüklerin dilden tamamen atılması, dili kısırlaştırmak ve Esperanto gibi yapay bir dil konumuna getirmek demektir (Özbek, 2024). Bu tür yapay dillerin halkın doğal gelişimiyle uyuşmadığını, kelimenin kökeninden ziyade halkın onu benimseyip benimsemediğinin esas alınması gerektiğini ifade eder. Hiçbir kelimenin kökeni, ne kadar geriye gidilirse gidilsin, saf Türkçe olduğunu garanti etmez. Bugün Türkçe kökenli sandığımız birçok kelimenin geçmişte aslında Çince, Moğolca, Tunguzca, Hintçe ve Farsça gibi başka dillerden alındığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Türkçülere göre, Türk halkının bildiği ve tanıdığı her kelime millîdir. Bir kelimenin millî olması için Türk kökünden gelmiş olması gerekmez ve yeterli değildir.

“Köken yerine kabul görmüşlük” ilkesi, Gökalp’ın dil felsefesinin temel taşıdır. Bu bağlamda halk, dili yabancı kelimeleri sadeleştirerek kullanır. Yani halk da Arapça ve Farsça kökenli kelimeleri kullanır ancak bu kelimeler, Osmanlı lisanındaki[6] gibi birden fazla eş anlamıyla değil sade biçimde ve sadece bir anlamda yer bulmuştur. Halk “hasta” kelimesini benimsediğinde onun eski Türkçe karşılığı olan “sayru” kelimesini tamamen terk etmiştir. Aynı şekilde, “ayna” kullanıldığında “gözgü” unutulmuştur.

Bazı kelimeler halk tarafından sadece şekil (lafzen) açısından değil, aynı zamanda anlam (manen) açısından da değiştirilmiştir. Örneğin “şafak” Arapçada “batı ufkundaki akşam kızıllığı” anlamındayken Türkçede “doğu ufkundaki sabah kızıllığı”na dönüşmüştür. “Bazar” kelimesi Farsçada “çarşı” demektir. Türkçede “pazar” şeklini almış ve hem haftanın bir günü hem de panayır anlamında kullanılmıştır. “Pazarlık” kelimesi de buradan türemiştir. Bu durum da halkın, yabancı dillerden aldığı sözcükleri hem semantik olarak değiştirip Türk diline uygun hale getirdiğini hem de morfemleri kullanarak dili zenginleştirdiğini göstermektedir. Üstelik halk bu işi bilinçli yapmaz, içgüdüsel bir dil yeteneğiyle yapar. Dil, konuşur topluluğunun farkındalık düzeyine erişmeden kolektif bilinç dışı süreçler ve dilsel normlar aracılığıyla yapılandırılarak düzenlenir.

Gökalp’ın dil anlayışının merkezinde halk dili yer alır. Ona göre halk, dili bir sanatkâr gibi işlemiş; lüzumsuz, anlaşılmaz ve yapay unsurları dışlayarak dili öz hâline getirmiştir. Afacaner’in vurguladığı üzere halkın sezgisel olarak yaptığı bu ayıklama, yazı dili reformunun da temelini oluşturmalıdır (Afacaner, 2024). Aydınlar, halkın yaptığı bu değişiklikleri “bozulma” olarak değerlendirir, buna “galatat” (yanlış kullanım) adını verirler. Aydınların “galatat” olarak tanımladığı bazı değişimler, aslında halkın dili sadeleştirme ve işlevselleştirme çabasının göstergesidir. Halk, dili hem fonetik[7] hem de semantik[8] olarak işlevsel hâle getirir. Ziya Gökalp’a göre Türkçülüğün temel görevi, fasahatçı[9] âlimlerin bu düşünce biçimini reddetmek; halkın doğal dil yaklaşımını Türkçenin temeli olarak kabul etmektir.  Ona göre bu düşünceyi hem Arapça ve Farsça hem de Batı dillerinden gelen yabancı kelimelere uygulamak gerekir. Örneğin; “sigara, jaket, Avrupa” gibi kelimeler halk arasında “cigara, caket, Avrupa” şeklinde telaffuz ediliyorsa doğru yazım bu telaffuzlara uygun olmalıdır.

Morfolojik Sadeleşme

Ziya Gökalp’ın dil reformu yalnızca kelime düzeyinde kalmamış morfolojik[10] düzeyde de kapsam bulmuştur. Bir dil başka dillerden morfem[11] (ek) alamaz. -dar, -kâr gibi Farsça ekler yerine Türkçenin kendi ekleriyle yapılan türetmelerin tercih edilmesi gerektiğini savunur. “Sitemkâr” yerine “sitemci” gibi örnekler bu yapısal dönüşümün göstergesidir. Fakat “hükümdar” gibi sözcükler artık morfemlerinden ayırt edilemeyecek kadar kalıplaşmış, yani birleşik yapılarının bilinci ortadan kalkmıştır. Morfem olma özelliklerini yitirmişlerdir. Bu kelimeler halkın gözünde artık basit/tek parça kelimeler gibi algılanmaktadır. Bundan dolayıdır ki bu ve bunun gibi sözcüklerin (hemşire, sanatkâr) kullanılmasında bir sakınca bulunmamaktadır. Gökalp, “zabitan”[12] gibi Arapça çoğul yapıların “zabitler” şeklinde sadeleştirilmesini savunarak yapaylık yerine Türkçeye özgü morfemsel üretkenliği esas alır.

Ziya Gökalp için dilin arınması, yalnızca negatif bir tasfiye hareketi olarak kalmamalıdır. Aynı zamanda yeni kavramlar üretme sürecine dönüşmelidir. Bu, bir tür "tehzib" yani medenileşme ve millîleşme sürecidir. Gökalp, bu anlamda Batı’daki bilimsel ve felsefi gelişmeleri Türkçeye kazandırmak gerektiğini vurgular. Ancak bu aktarım, bilinçli ve bağlama uygun şekilde olmalıdır; aksi hâlde dil bir “terim çöplüğüne” dönüşebilir. Kavramlar, halkın dil vicdanına uygun biçimde üretilmeli veya alınmalıdır.

Etimoloji Takıntısı

Kelimeler, dilsel göstergelerdir; bunlar kavramın özünü tanımlamaktan ziyade, gerçek dünyadaki nesne veya olguya atıfta bulunan simgelerdir. Bu yüzden bir kelimenin hangi kökten geldiğini veya nasıl türetildiğini bilmeye gerek yoktur. Bu, yalnızca dilbilimciler için önemlidir. Gündelik dilde kelimelerin kökü ve kökeni üzerine düşünmek, zararlı bile olabilir.

Gökalp, kelimelerin anlamlarını etimolojik kökenlerine göre değerlendirmeye çalışan “iştikak[13] hastalığı”na da karşı çıkar ve hatta gülünç bulur. Ona göre anlamın kaynağı, halkın kullanımındaki yeridir. “Kahvaltı” kelimesini “kahve altı” olarak analiz etmek, “terlik”i “ter için giyilen şey” şeklinde veya yabancı kelimesini, “yabandan gelen kişi” olarak yorumlamak lüzumsuz bir akademik özentiliktir. Lakin halka özgü bir kelime türetme biçimi vardır ki Gökalp bunu yaratıcı ve faydalı bulur. Bu halk iştikakı içgüdüsel yapılır. Örneğin halk “dilbaz” kelimesini “çok dil bilen, çok konuşan” anlamında kullanır. Kelimeler, halkın verdiği anlamla yaşar ve işlevsellik kazanır. Bu düşüncesi de Gökalp’ın “halk lisanı”na duyduğu güvenin bir sonucudur.

Sonuç

Gökalp’ın nihai hedefi, halkın konuştuğu İstanbul Türkçesini yazı dili hâline getirerek ikiliği ortadan kaldırmaktır. Bu hedef, dilde sadeleşmeyle birlikte yazı dilinin estetikleşmesini, işlevselleşmesini ve evrensel bilime açık hâle gelmesini amaçlar. Dede Korkut, Orhun Kitabeleri, Manas Destanı, halk ağzı gibi kültürel unsurlar bu sürecin besleyici damarlarıdır. Gökalp, geçmişin mirasını bugünün duyarlılığıyla birleştirerek geleceğe uzanacak bir dil ufku kurmak istemiştir.

Ziya Gökalp’ın dil anlayışı; kültürel sürekliliği, halkla bütünleşmeyi ve millî kimliği inşa etmeye yönelik çok yönlü bir dil devrimidir. Onun düşüncesinde tasfiyecilik, halktan kopuk bir taklitçiliğe; halk dili ise doğallığın, sadeliğin ve estetik işlevselliğin kaynağına işaret eder. Saussure ve Benveniste gibi dilbilimciler; dil göstergelerinin doğa gereği nedensel bir bağlantıya dayanmadığını ancak toplum içinde zorunlu ve sabit bir ilişkiyle belirlendiğini savunurlar. Bu bakış açısından hareketle bir kelimenin etimolojik kökeninden çok, o kelimenin konuşur topluluğu tarafından nasıl benimsendiği ve dil sisteminde nasıl işlev gördüğü önemlidir. Bu bakımdan tasfiyecilik, göstergenin çağrışımsal değerini göz ardı ederken Türkçülük bu değeri korur. Tasfiyecilik, dilin yapısını radikal biçimde dönüştürmeye çalışırken; Türkçülük, halkın dil vicdanını esas alır. Çağdaş dil reformları, bu iki kutup arasında gidip gelmiş; nihayetinde halkın benimsediği, kültürel kimliği taşıyan kelimeleri koruyan bir denge arayışına yönelmiştir. Bu yönelimin teorik temelleri Ziya Gökalp’ın yaklaşımında yatarken; bu yaklaşım, kavram oluşturucu ve yenilikçi bir Türkçülük anlayışıdır. Gökalp, yazı dili ile konuşma dilinin uyumunu, yapaylıktan uzak bir samimiyet ve bilimle bütünleşmeyi savunur. Böylece onun dil anlayışı, temizlikten tehzibe uzanan bir millî inşa projesine dönüşür: halkla başlayan, bilimle olgunlaşan ve kültürle taçlanan bir yolculuk.

Ek: Lisani Türkçülüğün İlkeleri

1.   Yazı Dili: Halkın Konuştuğu Dil
• Osmanlı lisanı tümüyle terk edilmeli.
• Türk yazı dili, İstanbul halkının -özellikle kadınlarının- konuştuğu doğal Türkçeye dayanmalı.

2.   Yabancı Kelimelere Yaklaşım
• Arapça ve Farsça kelimeler, eğer halk dilinde karşılığı varsa atılmalı.
• Eğer tam karşılığı yoksa ama küçük bir anlam farkı varsa kullanılabilir.

3.   Galatlaşmış (Bozulmuş) Kelimeler
• Halk arasında yanlış telaffuzla yerleşmiş yabancı kelimeler artık Türkçedir.
• Yazımı, halkın telaffuzuna uygun hale getirilmeli.

4.   Diriltme Yerine Yenileme
• Artık kullanılmayan eski Türkçe kelimeleri canlandırma çabası anlamsızdır.
• Yeni ve işlevsel kelimeler ön planda olmalı.

5.   Yeni Kavram Üretme Yolu
• Önce halk dilinde karşılık aranmalı.
• Bulunmazsa:
     o Türkçe kökler + yapım ekleriyle türetme yapılmalı.
     o En son çare olarak Arapça/Farsça tekil kelime alınmalı (terkipli olmamalı).
     o Teknik terimler ve dönemsel meslek adları yabancı dillerden alınabilir.

6.   Dil Yapısında Kapitülasyonlara Son
• Arapça/Farsçanın dil içi yapılarını tamamen dışlamak gerek.
• Bunlar dilin iç fizyolojisine zarar verir.

7.   Halkın Kullandığı Her Kelime Türkçedir
• Dil yaşayan bir organizmadır: halkın doğal dili esastır.
• Suni (yapay) kelimeler yerine, munis (yakın, sade) kelimeler kabul edilir.

8.   İstanbul Türkçesi Temel Olmalıdır
• Ses bilgisi, şekil bilgisi ve kelime hazinesinde İstanbul Türkçesi esas alınır.
• Diğer Türk lehçeleri, sadece kıyas yoluyla yapı analizi için kullanılır—alıntı yapılmaz.

9.   Eski Kurumsal Terimlerin Yeri
• Tarihi Türk müesseselerinin isimleri (ordu, bey, toy vb.) yazı diline girer.
• Ama sadece terim statüsünde tutulur.

10.  Kelimelerin Anlamı: İşaret Değeri
• Kelime anlamları, kök (iştikak) bilgisiyle açıklanamaz.
• Kelimeler soyut göstergedir, tarif değil çağrışımdır.

11.  Kamus (Sözlük) ve Sarf (Biçimbilgisi) Yenilenmeli
• Yeni Türkçenin kelimeleri yeni sözlükte toplanmalı.
• Arapça/Farsça kelimeler ve terkipler, ancak köken bilgisi için kullanılmalı dil yapısına dahil edilmemeli.

KAYNAKÇA

Afacaner, M. E. (2024). Ziya Gökalp'in Türkçe ve sadeleşmecilik anlayışı. Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 26(Ölümünün 100. Yılında Ziya Gökalp ve Sosyoloji Sempozyumu Özel Sayısı), 412-422.

Argunşah, M. (2010). Türk Kimliğinin Yeniden İnşası Bağlamında Ziya Gökalp (s. 95-122). İstanbul: Kesit Yayınları.

Bozdoğan, A. (2007). Birinci Yeni Lisan makalesini milli edebiyat akımının bildirgesi olarak okumak. Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 11(2), 251-266.

Demir, E. (2024). sosyolojik bir inceleme: dil, kültür ve uygarlık hakkında görüşleriyle Ziya Gökalp. Gazi Türkiyat, (34), 227-240.

Gökalp, Z. (2018). Türkçülüğün Esasları. İstanbul: Ötüken Neşriyat.

Özbek, B. H. (2024). Ziya Gökalp ve dilin sadeleşmesi. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (Ölümünün 100. Yıl Dönümünde Ziya Gökalp'ı Yeniden Anlamak), 30-40.

Timurtaş, F. (1964). Dil davası ve Ziya Gökalp. Istanbul Journal of Sociological Studies, (5), 71-105.

Dipnotlar

[1] Türkçenin fonetik kuralları gereği, “alp” sözcüğündeki “l” inceltilmemeli, kalın ünsüz şeklinde telaffuz edilmelidir. Çünkü bu sözcük, batı dillerinden Türkçeye geçen ve Alp Dağları için kullanılan “Alpler” sözcüğünden farklı olarak “Alpaslan” gibi Türkçe kökenli bir sözcüktür ve gramere uygun haliyle “Gökalp’ın, Gökalp’ta” biçimlerinde kullanılması uygun görülmektedir. (Argunşah, 2010, s. 95).

[2] Islah etme, düzeltme.

[3] Kültür.

[4] Ülkü.

[5] Özleştirmecilik. Türk dilinden yabancı kelimeleri tamamen atmayı ve yabancı kelimelere öz Türkçe adlandırmalar yapmayı savunma işi.

[6] Ziya Gökalp, “Osmanlı Türkçesi”ni “Osmanlı lisanı” olarak adlandırmaktadır.

[7] Ses bilgisi.

[8] Anlam bilimsel.

[9] Dilde açıklığı, doğruluğu, sadeliği ve düzgünlüğü savunan veya bu ilkelere göre yazıp konuşan kişi. O dönemde fasihler, Arapça ve Farsça kelimelerin dilden atılmaması ve olduğu gibi kullanılması gerektiğini savunmaktadırlar.

[10] Yapı bilimsel.

[11] Dilbilimde anlam veya görev taşıyan en küçük dilsel birim.

[12] Subaylar.

[13] Kök bilgisi, türetme.