Logo

GÜNEŞSİZLİK PARADİGMASI

  1. DİL VE EDEBİYAT
  2. ÖYKÜ

Gözlerimi açtım. Kim kurmuş bu saati? Uyuyana yılan bile dokunmaz oysaki. Neticede bu da bir çeşit su içme biçimi. Hatırlamaz mısınız bir gecenin kör vakti hiç hatırlamadığınız bir anının içinde su içtiğinizi? Yahut derin uykular altında ince iğnelerle damarlarınızdan su içtiğiniz serumlu günleri? Ben hatırlamam mesela ama vardır mutlaka. Uyuyana yılan bile dokunmaz ama dokunursa güzel bir kısa hikâye olur ondan da. Aklımda tutayım bunu.

Resimler

Absürt düşüncelere ortak olduğunuza göre işimize dönelim. Gözlerimi açtım, evet, en son orada kaldık. Yatakta dikelip oturdum. Güneşe baktım, güneş bana baktı. Hayal kırıklığı yaratmamak için sessizce halledilen işlerin sessizliğin çaresizliği altında berbat edilişini anlatan ışınlar odama doldu. Hayal kırıklığı yaratmamaya çalışırken hayal kırıklığı yaşamak, bak işte o da güzel hikâye olurdu. Bir ara güneşle konuşup eline kalem tutuşturmalıyım.

Bin küfür yataktan kalkıp evden çıktım. Sokakta sağa sola keskin bakışlar attıktan hemen sonra eve geri girdim, biraz yazı yazacağım. Bugünlük yeterli miktarda aksiyon yaşadığımı düşünüyorum. Nihayetinde yeterliliğe karar verecek kadar hürüm hâlâ. Çok sürmez gerçi bu da. Yakındır mecliste “Gün İçinde Yakılan Kalorileri Denetleme Komisyonu” da kurulur. Yeterince kalori yakmayanların suçlu ilan edilmesi de söz konusu olur.

Evden çıktım. Bugün yapacağım pek bir iş yok ama sokağı yukarı aşağı giderek kalori harcama kotamı doldurmalıyım. Aksi takdirde fazla düşünerek doğruyu, affedersiniz, yanlışı bulabilme ihtimalimizin olduğu ve bunun bizleri suça teşvik edeceği gerekçesiyle suçlu bulunabilirim. Yaklaşık beş tur atarsam yeterli kalori harcamış olacağım. Gerçi yemek yiyemedim, dolap tam takır kuru bakır ama kalori almaktansa kalori harcamak daha önemli.

Beşinci turum bitti. Altıncı turu da atıp işi garantiye almak istiyorum. Sonrasında eve geçerim muhtemelen. Bugün yeterince kalori harcamanın haklı gururu içerisindeyim. Son üç haftada verdiğim bu üçüncü kilo ile normalde olmam gerekenden tam on kilo daha az kiloluyum. Vatan haini olmaktansa açlıktan zafiyet geçirmeyi yeğlerim.

Bir polis yaklaşıyor. Ne ola ki? Polisimizin yanındayım, “Buyurun polis bey, size nasıl yardımcı olabilirim?” diye sormaya yeltenir yeltenmez gözaltına alındım. Vatan haini şerefsizin biriyim anlaşılan, kim bilir ne yaptım ki polisimiz beni gözaltına alıyor.

Karakola geldik. Gizli tanık beni şikâyet etmiş. Gizli tanığın adını sorduğumda ise “Gizli.” dediler. Gizli çok güzel bir isim aslında, tüm vatan evlatlarına böyle isimler vermek lazım. Polislere doğru “Gizli beni neden şikâyet etmiş?” dedim. Polis somurtarak yüzüme baktı. Ben olsam ben de benim gibi bir vatan hainine böyle bakardım. Polis derin bir sessizlikten sonra “Sokakta ileri geri yürüyerek kalori takip sistemini yanıltmışsın.” dedi. Ulan… Ulan bu suçu nasıl işlerim?

Güzel hikâye oluyor. Aslında şeytan diyor ki hikâyenin içindeki adama da nezarette bir hikâye yazdır. Simülasyon teorisi gibi olurdu. Ben bir simülasyon oluşturabiliyorsam ve simülasyondakiler de simülasyonlar oluşturabiliyorsa ben de bir simülasyon olabilir miyim? Bu bizim durumumuzda biraz daha farklı tabii. Ben bir hikâye yazabiliyorsam ve hikâyedekiler de hikâyeler yazabiliyorlarsa ben de bir hikâye olabilir miyim? Uzun hikâye, en iyisi boş vereyim.

Camdan dışarı baktım, güneş yüzünü devirmiş odaya gelmiyor. Tekrar dışarı çıktım. Bu sefer hududumu genişletme niyetindeyim. Esasen niyetim başından beri buydu. Hududu genişletmek… Bunun için bazen kalp kırmak gerekebiliyor, bazense binlerce insan öldürülüyor. Hudut, genişlemesi zor bir kavram olarak tanınıyor. Hudut genişletmek sancılı bir süreç olsa da sonrasında kırılan kalplerin onarılması esastır. Çünkü aksi takdirde yapılan hudut genişletmek değil, geçici bir işgal olur. İşgaliye ücretleri ise epey fazla açıkçası, hiç gerek yok öyle bir şeye. Ancak zamanından önce yapılan barış nedir peki? Kayıptır. Hudut küçülür, verilen canlar boşa gitmiş olur ve kalpler kırık kalır. Dış mihraklar genellikle bu tarz durumlarda işin içine girer.

Hududumu genişletme niyetindeyim evet, yüz metre ilerideki markete gidip sigara alacağım. Şu an için fazla fazla yeterli olacaktır bu hudut benim için. Güneş yüzünü hâlâ devirmiş ama sokağa geliyor. Bu sıcakta yürünmüyor güneşçiğim, orta bir yol bulsak nasıl olur? Güneş pek oralı olmuyor. Ben de ciddi değildim zaten, güneşle yürümekten yana bir sıkıntım olmadı hiç.

Markete gidip sigaramı aldım, güneş kapının önünde bekliyor. Sanıyorum ki kapalı mekân korkusu var. Sigaramı aldıktan sonra eve gitmek yerine güneşle oturmaya başlıyorum. Güneş bana bakıyor ben güneşe. Gözlerimde olabilecek her türlü hasarı özel sağlık sigortam karşılayacağı için bunda hiçbir beis göremiyorum.

Nezarete girdim. Vatana ihanet büyük bir suç olsa da cezamı kabul edeceğim. Çünkü bile isteye kalori takip sistemini yanılttım ve bu suçun cezasız kalması kabul edilemez. Ceketimin iç cebindeki kalem ile defteri çıkarttım. Böyle ağır bir suç yüzünden kafamı duvara vurmadan önce yazabildiğimi yazayım.

“Bir kadınla tanıştım. Çok güzel, çok tatlı bir kadındı. Simsiyah küt saçları omuzlarının hemen üzerinde bitiyor, söylediği sözler harf harf seçiliyordu. Yüzünde ne makyaj ne de hiçbir ifade olmadan duruyor ama konuştukça huzur veriyordu. Sohbetimizin ilerleyen dakikalarında bana vatanı sordu. Vatan… Benim için üstünde doğduğum basit bir toprak parçası olarak kalmadı hiçbir zaman. Vatana bağlığımı ifade edecek sözleri seçmekte zorlanıyorum. Çünkü hiçbir zaman bunu ifade etmek zorunda kalmamıştım.

Kadın sessizce cevap vermemi bekledi. Bir şey diyemedim. Gözlerine baktım, kahverenginin tonlarında dolanan bir rengi vardı. Gülümsemeye başladı, ‘Hangimiz tanımlayabiliriz ki bu vatana olsan sevdamızı.’ dedi. Sözleri o kadar gerçekti ki bunun gerçekliğinden derin bir şüphe duyup ironi olabileceğini düşündüm.

Gülümseyerek yanından kalktım. Kalkar kalkmaz telefonumu çıkararak polisi aradım. ‘Bir vatan haini var, gelin alın.’ dedim. Geldiler, aldılar kadını. Kadın yanımdan geçerken bana bakıp gülümsemeye devam ediyordu. Bir ara durup ‘Ne efsunkâr imişsin ah ey didâr-ı hürriyet’ diye bir şey söyledi. Hürriyet mi? Hakikaten vatan hainiymiş.”

Hiç de istediğim gibi olmadı. Ben cidden vatan haini olmalıyım. Hürriyet? Hürriyet ne alaka yahu? Şu kafamı nezarethanenin duvarlarına değil, zeminine vurmalıyım. Fazla düşünerek yanlışı bulabilme ihtimalimizin olduğu ne kadar da doğruymuş! Yazıklar olsun bana ve yazıklar olsun benim gibi bu vatana ihanet eden her vicdansıza!

Güneş nereye gitti yahu? Bu ne acele? Tarihin en sıkıcı distopik öyküsünü yazıyordum oysaki ne güzel. Bence distopyaların sıkıcı olması bir seçenek değil, zorunluluk olmalı. Bir distopyanın eğlenceli, coşkulu ya da tatmin edici olması kadar saçma bir şey olamaz. Ben mesela, şu anda bir distopyanın tam içindeyim. İki öykü yazayım derken güneşi kaybettim!

Neyse hayal kırıklığı yaratmamak için sessizce halledilen bir işin sessizliğin çaresizliği altında berbat edilişini bizzat yaşamış oldum sayarım. Daha bu sabah güneşin ışınları anlatıyordu bunu bana. Yarın da ben ona anlatırım.

Hayal kırıklığı yaratmamaya çalışırken hayal kırıklığı yaşamak, bak işte bu da güzel hikâye oldu.