Logo

CEMAL PAŞA VE ARAP İSYANI

  1. TARİH - POLİTİKA
  2. DENEME

“Suriye, Filistin ve Hicaz’da ‘Türk müsünüz?’ sorusunun birçok defalar cevabı: ‘Estağfurullah!’ idi. Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş ne de vatanlaştırmıştık. Osmanlı İmparatorluğu buralarda, tarla ve sokakların ücretsiz bekçisiydi.”

Resimler

İşte o topraklara gönderdiğimiz son bekçi; Araplar için El Cezzar, Kasap Cemâl veya Seffah Cemâl’di. Bizim içinse dönülmez çöllere gönderdiğimiz binlerce Ahmet’ten biri. Her ittihatçı gibi ardında benzersiz bir yaşam öyküsü bırakan Cemal Paşa, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Kasım 1914’te Filistin’deki 4. Ordu kumandanlığına atandı. Vazifede olduğu süre boyunca icra ettiği görevler ve bölgedeki Arap isyanına karşı aldığı tedbirler, bu görevleri ve tedbirleri doğuran dinamiklerin etkisinin günümüzde dahi sürmesi nedeniyle etraflıca incelenmeye muhtaçtır.

Arap İsyanı ve Arap Milliyetçiliğin Temelleri

Erken Dönem

Arap üstünlükçü zihin yapısı henüz modern ulus kavramı ortaya çıkmadan çok önceleri 7-8. yy.da din-soy sentezli bir üstünlük iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Bu üstünlük iddiası gerek işgal edilen bölgelerde yürütülen bilinçli kültürel asimilasyon gerek de bütün İslam alemi üzerinde muktedir olan halifelik makamının yalnızca Kureyş soyundan gelen Araplar tarafından yapılabileceği gibi iddialarda vücut bulmaktadır. Henüz bu erken devirlerde dahi Araplarda İslam’a yaslanan bir kavmiyetçilik, üstünlük iddiası görülmektedir.

Bir Arap milliyetçisi olan George Antonius bu erken dönem kavmiyetçi yaklaşımı ve Arap asimilasyon politikasını iki boyutta tanımlamıştır:

“Bunlardan ilki lisan temelli Araplaştırma, yani fethedilen ülkelerdeki nüfusun Arapçayı giderek ana dil olarak benimsemesidir. İkinci boyut ise ırk temelli Araplaştırma da diyebileceğimiz, safkan göçmen Arap kitlesinin bu ülkelere girişinden kaynaklanan, kaynaşma ve evlilikler yoluyla özümsenişi; fethedilen ırklara tam ve kesin, bazı durumlarda ise baskın bir biçimde Arap nesebi karışımı aşılamış olmasıdır.”

Bizzat Arap milliyetçisi yazarın ifade ettiği üzere asimilasyon politikası günümüze kadar değişmeden gelmiş ve aktif olarak uygulanmaktadır.

***

 

İlk Cereyanlar

Milliyetçilik düşüncesi ilk olarak Suriye ve Mısır’da Hristiyan Araplar arasında ortaya çıkmıştır. Modern Arap ulusal hareketinin ilk filizlenmesi ise 1820’li yıllarda Beyrut’a gelen, daha önce Malta’da hizmet veren Presbiteryen Kilisesi üyesi Amerikalı Protestan misyonerlerin açtığı okulların himayesinde gelişmiştir. Orta Doğu’daki çıkarlarını Hristiyan nüfus üzerinden elde etmeye çalışan Batılı büyük devletler; XIX. yüzyıl başlarından itibaren misyonerlik faaliyetlerini yoğunlaştırmış, özellikle İngilizlerin desteklediği Amerikan Protestanları, Fransız Cizvitlerinin Suriye ve Lübnan’da açtıkları misyoner okulları ile Rusların Kudüs’teki Rum Ortodoks Kilisesi bölgedeki Hristiyan topluluklar üzerinde etkili olmuşlardır. İlk kez bu misyonerler ile bağlantı kuran entelektüeller Nasif el-Yazıcı ve Butrus el-Bustani’nin girişimleriyle bölgede ilk müstakil teşkilatlanmalar meydana gelmiştir.

İleride de pek çok kez karşımıza çıkan dikkat çekici bir husus ise üstünlük iddiasını din ve soy sentezi ile İslam’dan temellendiren Arap ulusal hareketinin tıpkı ilk organizasyon çabalarını veren bu iki kişi gibi, pek çok öncü isminin Hristiyan kökenli olmasıdır.

Bustani’nin çabalarıyla 1860 yılında Beyrut’taki ilk siyasi gazete olan Nefiru Suriye (Suriye’nin Sedası) yayımlandı. Üç yıl sonra ise yine Bustani tarafından El-Medrese el-Vataniyye isimli Arap milliyetçiğini doktrin eden okul kuruldu. Bu tarihten sonra artık Arap milliyetçiğini temel alan ve tümü bölgedeki dış kökenli misyonerler tarafından desteklenen birçok gizli ve açık örgüt faaliyet göstermiştir. Bölgede Arap milliyetçiliğin kökenlerini ve kimler tarafından meydana getirildiğini anladıktan sonra şimdi isyan hareketini daha kapsamlı şekilde yorumlamak mümkün olacaktır.

İsyan ve Cemal Paşa Yönetimi

Birinci Dünya Savaşı’na giren Osmanlı Devleti; İngilizlerin batı cephesine, özellikle Çanakkale’ye yapacağı asker sevkiyatını önleyebilmek için Mısır ve Süveyş Kanalı üzerine bir sefer planlıyordu. İngiltere’nin elinde bulunan Mısır, İngilizlerin Hindistan’dan batıya asker sevkinde önemli bir üs durumundaydı. İngilizlerin buradan geçen asker sevkiyatının Kanal Seferi ile durdurulması İttifak Devletlerine batı cephelerinde avantaj sağlayacaktı.

Cemal Paşa’ya planlanan muhtemel harekatı anlatan Enver Paşa, 4. Ordu komutanlığı ve Kanal Seferi’nin sevk ve idaresiyle birlikte, Suriye’de uzun zamandır bozulmuş olan asayişin temin edilmesi görevlerini de Cemal Paşa’ya teklif etmişti.

İşte bu hayati koşullar altında tereddüt etmeden görevi kabul eden Cemal Paşa, 6 Aralık 1914’te Şam’a ulaştı. Bir yandan Kanal Cephesi’ne yapılacak taarruzu planlarken bir yandan da bölgedeki İtilaf Devletleri yanlısı ayrılıkçı unsurları kontrol altına almaya çalışıyordu.

Cemal Paşa başlangıçta tıpkı 1911-1912’de Bağdat Valisi’yken uyguladığı gibi bölgede ıslahatlar yapmış, yerel halkın refahını yükseltmeye çabalarken bir yandan da Arap aşiretlerine bolca altın dağıtarak onları yanında tutmaya çalışmıştır. Hatta bu ilk dönemlerde Arap entelektüellerini toplayarak edebiyat söyleşileri yaptığı bilinmektedir. Fakat kaderin cilvesidir ki tarihte her zaman iyi niyetten maraz doğduğu gibi imparatorluk can çekişirken gösterilen bu iyi niyet çabaları sonuçsuz kalmış, yaklaşan ihanete engel olamamıştır. Cemal Paşa ise ortaya çıkan gelişmeler sonucu uyguladığı politikaları değiştirmek zorunda kalmıştır.

Osmanlı Devleti savaşa girdikten sonra, Fransa’nın Şam konsolosu ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştı. Fakat birçok Arap ileri geleninin Fransa ve İngiltere’ye hizmet ettiklerini gösteren belgeleri kaçırmayı ve imha etmeyi unutmuştu. Teşkilat-ı Mahsusa ajanları tarafından Fransa’nın Şam ve Beyrut Konsolosluklarında ele geçirilen bu belgeler Suriye Valisi Hulusi Bey tarafından Cemal Paşa’ya verilmişti.

Bahsi geçen konsolosluk belgeleri İngiltere ve Fransa’nın Suriye üzerindeki planlarını açıkça ortaya seriyor, daha vahim olansa Suriye eşrafından bazı kişiler ile Arap milliyetçi liderlerin Arap bağımsızlığının Fransa’nın himayesinde gerçekleşmesi için Fransızlarla iş birliği yaptığını gösteriyordu. Üstelik belgelerde Meclis-i Mebusan azalarından Meclis-i Ayan üyelerine kadar Fransızlarla iş birliği yapıp ihanet içinde olan Arap liderler bulunmaktaydı. Cemal Paşa bulunan belgelerden sonra her ne kadar durumun vahametini kavrasa da bir müddet savaşın seyrini gözlemleyip belgeleri işleme koymadı.

Bu belgeler arasında “Suriye Arap Cemiyeti” adına neşredilmiş olan bir bildirinin kısa bir parçası dönemin Arap liderlerinin Türkler hakkındaki fikriyatını özetleyecektir:

“Türkler ile ne alâkanız vardır? Osmanlılıktan istifadeniz nedir? Ey harap edici Türklerin Müslüman oldukları vehmine düşüyorsanız ve onların kardeşliğine saygıyı kendinize bir vecibe biliyorsanız size sorarız: İslam’ın şânını ve şerefini yıkan, Arap beldelerini satan, Kur’an’ın yüceliğini katleyleyen ve Türk fahişelerine harcamak için Hicaz vilâyetini rehin bırakanlar Müslüman kabul edilirler mi? Bunun üzerine yapacağınız şey vergi vermeyi bırakıp o para ile silâh satın almaktır. Tâ ki bu harap edicileri memleketlerinizden süresiniz! Tarih bize altınla yazılmış bir ibret öğretti, o ibret de hiçbir milletin kan dökmeden hürriyetini alamadığı hakikatidir.”

Tüm bu gelişmeler akabinde savaş sırasında Cemal Paşa’nın emriyle İskenderun, Beyrut, Gazze, Kudüs, Şam ve Aliye gibi şehirlerde Divan-ı Harb-i Örfî adıyla mahkemeler kurulmuştu. İhanet içinde bulunan ve ayrılıkçı fikirler yayarak halkı isyana teşvik eden 11 kişi Beyrut’taki ilk yargılamalarda halkın önünde infaz edildiler. Bu süreçte Cemal Paşa artık uzlaşma çabalarının sonuç vermeyeceğini görmüş ve sert bir tutum izlemiştir. Bizzat Paşa’nın emriyle yakalanarak harp mahkemelerine sevk edilen 34 kişi, araya girmek isteyenlerin tüm çabalarına rağmen Cemal Paşa’nın iradesiyle idam edilmiştir.

İdamların bazıları İttihat ve Terakki içinde bile bölünmelere yol açmış, parti ileri gelenleri bazı mahkumların affını istemişlerdir. Örneğin Enver Paşa Abdülhamid ez-Zöhravî’nin, Talat Bey ise Şefik el-Müeyyed’in idamdan kurtarılması için Cemal Paşa’dan ricacı olmuşlardı. Fakat Cemal Paşa bu isteklerin hiçbirini kabul etmeyerek tüm idam kararlarını hızlıca uyguladı.

İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin eleştirilerine rağmen Cemal Paşa’yı kararlarında haklı bulanlar da vardı. Bölgedeki durumun vahametini bilen Kuşçubaşı Eşref ve bölgedeki Alman subaylar ise kararlarında Cemal Paşa’yı haklı bulmuşlar, ihanet içindekilere şiddetli cezalar vererek çıkabilecek isyanları önlediğini ve ordunun arkadan vurulmasının önüne geçtiğini savunmuşlardır.

Harp mahkemelerinde verilen idam kararlarının hızlıca uygulanmasına çeşitli tepkiler gelmiş, bunun üzerine Cemal Paşa kendini savunmak zorunda kalmıştır. Bunun için Fransız Konsolosluğundan ele geçirilen belgelerin ve idam edilenlerin isimlerinin, suçlarının bulunduğu, Paşa’nın olaylara yönelik açıklamalarını içeren “Aliye Divân-ı Harb-i Örfîsinde Rü’yet Olunan Mesele-i Siyasiye Hakkında Bazı İzahat” adlı bir kitap hazırlanmıştır. Cemal Paşa, Falih Rıfkı Atay aracılığı ile bu kitabı İstanbul’a göndermiş ve 1916’da Tanin Gazetesi Matbaası’nda bastırmıştır.

Nihayetinde bu olaylar neticesinde kısa süre sonra bölgede verdiği hizmetlerden dolayı 27 Eylül 1917 tarihli bir emirle lağvedilmiş olan IV. Ordu yerine kurulan Suriye ve Batı Arabistan Umum Kumandanlığına tayin edilmiş ve orgeneral rütbesine yükseltilmiştir. Ancak kısa bir süre sonra 12 Aralık 1917’de bu yeni görevinden de ayrılarak İstanbul’a dönmüş ve memleketten ayrılmadan önce kısa süreliğine Bahriye Nazırlığı görevine devam etmiştir.

Cemal Paşa, Osmanlı’nın teslim olması sonucu hakkında hiçbir suçlama bulunmamasına rağmen memleketi terk etmek zorunda kalmıştır. Hakkında bir suç bulunamadığı için muhalefet tarafından Bab-ı Ali baskını sebep gösterilerek kendisi için idam kararı çıkarılmıştır. Memleketi terk ettiği Kasım 1918 tarihinden, 21 Temmuz 1922 tarihinde Tiflis’te şehit edilene kadar vatan uğrunda mücadele etmeye devam etmiştir.

Yazının başında ifade edildiği gibi, bugün dahi bu ihanete zemin hazırlayan dinamikler değişmemiştir. Türk milleti içeride ve dışarıda hürriyet ve var oluş mücadelesini sürdürmektedir. Bu mücadelenin en öndeki neferlerinden Ahmet Cemal Paşa ise yola çıkarken ettiği yemine sadık kalmış, İttihatçı gibi yaşayıp İttihatçı gibi şahadete ermiştir.

Vatan bir bî-vefâ nâzende-i tannâze dönmüş kim

Ayırmaz sâdıkân-ı aşkını âlâm-ı gurbetten

KAYNAKÇA

Antonius, G. (2021). Arap uyanışı: Arap ulusal hareketinin öyküsü. Selenge Yayınları.

Artuç, N. (2018). “Cemal Paşa’nın Suriye Valiliği 1914-1917” başlıklı doktora tezi üzerine mühim bir değerlendirme. Tarih Dergisi, (67), 177-192.

Atay, F. R. (2004). Zeytindağı. Pozitif Yayınları.

Kabacalı, A. (2001). Hatıralar: Cemal Paşa. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Toprak, S. V. (2017). Cemal Paşa’nın emriyle aliye sıkıyönetim mahkemesince idam edilen Arap ileri gelenlerinin Arap ayrılıkçı hareketlerine etkisi. Fırat University Journal of Social Sciences, 27(2), 297-310.

https://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/753405-suriye-ile-aramizdaki-sogukluk- 1915te-yayinlanan-bu-isyan-bildirisiyle-basladi