Logo

BAŞLAMADAN ÖNCE

  1. DİL VE EDEBİYAT
  2. ÖYKÜ

Resimler

Camdan bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun, ağaçları bir sağa bir sola hırpalayışını izlerken içine gökyüzünden bile karanlık bir sıkıntı çökmüştü.

Düşünceleri, birbirini yakalayamayacak kadar düzensiz ve hızlıydı.

Ne düşündüğünü mü yoksa ne hissettiğini mi bilmediğinden emin olamıyordu ama günlerdir süren bu bitmek bilmez huzursuzluğun sebebi ne olursa olsun, nedenini anlayamamak ruhunu eziyordu.

Aslında bu savruluşun da kendi içinde bir konforu vardı, bunu itiraf ediyordu.

Ama nedendi bu his?

Belki bir şeylerin eksikliğini duyuyordu derinlerinde belki de varlığını bile bilmediği bir arzu doldurmuştu ciğerlerini.

Zaman zaman içinde kaybolduğunu hissettiği o tekrar eden rutinler mi boğuyordu onu?

Yoksa insan olmanın kaçınılmaz bir sonucu muydu, ruhun mütemadiyen batması akla?

Fazla mıydı her şey, yoksa bu bile yetmiyor muydu mutlak huzura ulaşmak için?

Yoksa söylendiği gibi yalnızca ölüm mü kavuşturuyordu insanı o huzura?

Bilemiyordu.

Kafasını kaldırıp gözlerindeki perdeyi aralamaya çalıştı net görebilmek için.

Masada duran paketi eline aldı, bıkkınlıkla açtı.

Son iki dal sigarası kalmıştı.

Hava kötüydü ama onun hâli havadan da beterdi.

“Markete gidip bir sigara mı almalı yoksa bu dalı şimdi içmeyip yağmurun dinmesini mi beklemeli?” diye düşündü.

Zihni, kendi düşüncesine gülümser gibi oldu.

Onda o irade ne arardı ki?

Bir sigara çıkarıp yaktı.

Bomboş odada çakmağın sesi yankılanarak çoğaldı.

Tekrar camdan dışarı bakmaya başladı.

Sahi… Neden bilemiyordu?

Çivisi çıkmış dünyanın tokmağı mıydı kafasına inen?

Adaletsiz insanlara, kötülüklere, bu saçma düzene mi alışamıyordu bir türlü?

Yoksa aslında…

Uyumsuz, beceriksiz, beş para etmez herifin teki olduğu için mi karışamıyordu hayata bütünüyle?

İnsan, ait olduğu kadar mı vardı hayatta?

Yoksa aidiyet, özgür ruhlara vurulan bir pranga mıydı?

Onca sorunun içinde süzgecinden tek bir cevap bile geçmemesi boğuyordu ruhunu.

“Önemli olan doğru soruyu sorabilmek.” demişti bir keresinde saygıdeğer bir dostu.

Ama artık bu cümle bile ona inandırıcı gelmiyordu.

Elini eski püskü masasının üzerinde duran pakete uzattı bir kez daha.

Boştu.

Son dalını fark etmeden nasıl içtiğini düşündü.

“Haybeden bir soru daha…” dedi içinden.

Bütün sorularını bir nefeste dışarı verir gibi derin bir “of” çekti.

“Neyse ne.”

Vakit öğlen olmuştu.

Ayağa kalktı.

Etrafı göz ucuyla süzdü.

Kafasında yapılması gereken işleri hızlıca maddeledi.

İlk işi etrafı toparlamak olacaktı.

Salon oldukça bakımsız ve kirliydi.

İki adım ilerideki koltuğa gidip kendini bıraktı.

Biraz kestirip sonra başlamaya karar verdi.

Gözlerini kapattı.