Logo

EN AZINDAN

  1. DİL VE EDEBİYAT
  2. ÖYKÜ

Resimler

Öğle sıcağı kavuruculuğunun üstüne gelen yabancı insanların düşünceleri yoruyordu İrem’i. Bir yanda arkadaşsız kalma korkusu, bir yanda kalitesiz geçen kalabalık günler. Önceki yıl tam bir kötü insanları tanıma senesiydi. “İyi ki de öyle oldu.” der içinden İrem ama burukluğunu da hissetmeden geçiremez. Omuzları bir kilo pamuk taşıyor, en azından yumuşak, kemikleri ağrımıyor. Hep bir “en azından” tesellisi zaten onun ayakta durmasına yardım eden.

Öğle vakti değil mi? Temmuzda gezmesi zor. İş gezmek olsa neyse ama yine bir koşturmaca... Annesinin kâğıt işleri de ona kaldı, kardeşlerinin ufak istekleri de. En yorucu ama buna rağmen en çok tatmin yaşadığı da ablalık. Tarifini bile bilmiyor, o denli tatminkâr.

Günün son yolculuğu için durakta bekleme vakti. Onun için üniversite sınavında yapılan puanın yüksekliği “bile” üstünlük belirtisi olmazken duraktaki teyzeler çocuklarını evlendirip yüksek katlardaki binalara oturtmanın övüncüyle muhabbet ediyordu. İşleri arasındaki kısa soluklanma anları olan yolculuklar da ona tatsız geliyordu.

Peki, kötü insanları tanımış mıydı geçen sene? Hepsi o kadar mıydı? Hayır, insanlar değil, kötülüklerin hepsi o kadar mıydı? Genel bakarsa hiç değil, gündelik bakarsa da zerredir belki. İnsanlarsa yetişkinliğinde bilinçle hayatından çıkaracaklarının belki de ilkiydi sadece.

Son otobüsten inip eve yürürken kaç ekmek alınacağını sormak için eline aldığı telefon çaldı, annesiydi: “İrem, son gün haftaya salıymış; yeni mesaj geldi. Neyse en azından halletmiş oldun, olsun.” Evet, olsun. En azından halletmiş oldu, ne güzel teselli değil mi? En iyisi olmasa da en iyi geleni bu. Zaten İrem için neredeyse hiçbir şeyin mahzuru yok, ondan ders çıkardığı sürece.