Tarihimizde defalarca görülmesine rağmen yabancı düşmanların yanı sıra içimizdeki kirli niyetlere sahip bazı bireylerin ikna olmamak için direttiği bir husus var. Bu husus, Türk Milleti’nin her türlü kıyamet senaryosuyla başa çıkıp yok olmamayı her şeyden iyi bildiğidir. Günümüzde de Türk Milleti yine bir direniş mücadelesi vermek zorunda bırakılıyor. Ben ise bugünleri görünce umutla doluyor, yarın Türk’ün yükselişini hayal ettikçe gülümsemeye başlıyorum.
Bu yazı, bu direniş mücadelesinin başat unsuru olan Türk milliyetçilerine eleştiri ve çözüm önerisi yazısı olacak; çünkü ortada bir sorun varsa bu sorun, sorun yaratan kadar sorun yaratılmasına müsait bir ortam bırakan bizlerin de sorumluluğundadır.
Türk milliyetçilerinin birincil sorunu, sorun tespiti yapmalarıdır. Son birkaç yıldır gördüğümüz manzara Türk milliyetçilerinin sorunları tespit edip konuyu orada bıraktıkları bir döngü içine girdiğini göstermektedir. Çoğu zaman tespit edilen bu sorunlara ulaşılması mümkün olmayan ütopik çözümler önerilse de genellikle bu çözümler hazırlık aşamasını geçemez. Dereyi görmeden paçayı sıvama fırsatını kaçıran bizler, gürül gürül akan bir derenin içinde çırpınmak zorunda kalmamıza rağmen hâlâ kendi aramızda paçayı nasıl ve ne kadar sıyırmamızın faydalı olacağını tartışıyoruz. Bazen, bazı kişi ya da oluşumlar tarafından bu konuda daha akılcı yöntemler izlendiği görülse de bu yapılanmalar da kısa bir süre sonra diğer yapıların uğradığı akıbetin altında eziliyor: Ego.
Kürtçüler tarafından kuşatma altına alınmış Türk milliyetçileri “Biz şöyleyiz, biz böyle yaptık, biz böyle yapacağız...” gibi ifadeleri kullanmaya öyle bir düzeyde takılıyor ki bir rüzgârla ulaştığı yerden bir adım öteye gidemeden gerilemeye başlıyor. Kendi varlığımızı elbette ortaya koyacağız, kişiler ve oluşumlar bazında da bunu yapacağız ancak bunun için öncelikle Türk’ün varlığını tekrar ortaya koymalıyız. Bu bağlamda Türk milliyetçisi kişi ve oluşumların önceliği, egolarını yenmek olmalı ve büyüklenmek yerine mücadele etmeye odaklanmak olmalıdır.
Bu noktadan itibaren ise Türk milliyetçilerini günümüz konjonktüründe iki ayrı noktadan ele almak gerekiyor: Muhalif Türk milliyetçileri ve Ülkücüler.
Ülkücülerin günümüzde ne yaptığını kendisinin dahi haberinin olup olmadığı belli olmayan bir liderin yolundan ısrarla gitmesi bilhassa muhalif Türk milliyetçileri tarafından anlaşılamıyor. Bu bağlamda Lider-Teşkilat-Doktrin anlayışının incelenmesi önem arz ediyor.
Ülkücü anlayışta “tartışılamaz” olarak yer eden bu normlar, lider ve teşkilat normlarının tartışılmamasıyla, tartışılacak bir doktrinin kalmamasına yol açmıştır. Öyle ki dokuz ışığın hürriyetçilik ve şahsiyetçilik öğretisi son dönemde yaşanan onlarca tutuklama ve teşkilatın şahıslar üstü bir konuma yerleştirilmesiyle tamamıyla görmezden gelinmektedir. Doktrinin başat unsuru olan milliyetçilik ise “pkk” barışı adı altında Kürtçü milliyetçiliğin yükselmesine ve Türkiye’nin üniter yapısına yapılan saldırılara göz yumulmasına müsaade edilmesiyle fazlasıyla zedelenmiştir. Doktrinde yer alan gelişmecilik ile endüstricilik gibi üretim ekonomisini öğütleyen öğretiler ise MHP’nin iktidarda söz hakkı olmasına rağmen bu alanları çoğunlukla AKP ve çevresine bırakmasıyla yok sayılmıştır. Uzun uzun her maddeyi tek tek anlatmaya gerek olmamakla birlikte, bu öğretilerden birinin dahi görmezden gelinmesi ülkücülüğün dokuz ışığını sekiz ışığa indireceği için kabul edilemez hareketlerdir. Kısacası doktrinin birçok öğretisi günümüzde lider ve teşkilat tarafından tartışılmaksızın görmezden gelinmekte ve çiğnenmektedir.
Ülkücülerin bu olanlara rağmen gelenekselleşmiş bir anlayışla lidere sadık kalmalarının sebebi ise tartışılamaz unsurlara dair sıralamalarında tüm unsurların eşit önemde olduğu kanaatinde olmalarıdır. Oysaki doktrinsiz teşkilat ve teşkilatsız lider bir hiçtir. Ülkücülerin “Lider-Teşkilat-Doktrin” normlarının yalnızca tartışılamaz bir unsuru değil, bir önem piramidini de yansıttığı konusunda anlam karmaşası yaşadıkları ortadadır.
Bu bağlamda muhalif Türk milliyetçilerinin; liderin en üstte, doktrinin çatlak bir şekilde en temelde yer aldığı piramit görselleri oluşturup Ülkücülere bu sorunu görselleştirerek anlatmaları önerilebilir.
Muhalif Türk milliyetçilerini Ülkücülerden ayıran yegâne unsur, bakış açılarındaki bu farklılıktır. Bu iki unsur arasındaki aslında son derece basit olan bu bakış açısı farkının derin bir ayrışmaya yol açması ise bize yeni bir durumu ifade etmektedir: Kutuplaşma.
Kutuplaşma, AKP hükümetinin yıllardır takip etmeyi tercih ettiği ve günümüzde dünya genelinde de yayılan son derece başarılı bir politik oyundur. Kutuplaşma, güçlü politik unsurlara bolca fayda sağlasa da yan etki olarak kutuplaşmış insanların çok basit ayrımlar sonucunda aşırı derecede ayrık ve birbirlerine karşı düşmancıl bir yapıya erişebilmelerine neden olmaktadır. Bu yan etki, Türk milliyetçilerinin günümüzde bu denli ayrışmasının altındaki temel unsurdur.
Zira Ülkücülerin kendi içlerindeki görüş farklarını “teşkilatın tartışılamaması” sebebiyle ortaya çıkarmadığının farkındayız ancak muhalif Türk milliyetçilerinde bu durum açıkça ortada ve can sıkıcı ölçüde gerçekleşmektedir.
Bir meydanda omuz omuza teröristlere karşı set kurabilecek dirayete sahip olan iki Türk milliyetçisi, kendi aralarındaki en ufak görüş ayrılıklarında derin tartışmalara girip farklı grupların kurulmasına gidecek süreçlerin altına imza atabiliyorlar. Öyle ki günümüzde birçok farklı milliyetçi muhalif siyasi partinin var olmasının sebebi de budur. Bu derece ayrılmış ve farklı farklı görüşleri ifade eden milliyetçi partiler dahi muhalif milliyetçi seçmenin tamamını bünyesinde konsolide edememektedir. Çünkü geldiğimiz noktada “bireyci bağımsızlık” ile “kutuplaşma” kavramları iç içe girmiş ve “bireysel kutuplaşma” diyebileceğimiz, her bir insanın yakın görüşleri dahi kendilerine taban tabana zıtmış gibi hissettiği bir durum ortaya çıkmıştır.
Bu bağlamda bu siyasi partilere düşen görev, daha geniş kitlelere kendilerini daha net bir şekilde ifade edebilecekleri yeni iletişim stratejileri benimsemektir. Bu partilerin kahvehanelerde, kafelerde, kampüs önlerinde, sosyal medyada ve otel lobilerine kadar aklınıza gelebilecek hemen her yerde kendi meramlarını politik doğruculuğa kaçmaksızın anlatmalarını sağlayacak iletişim stratejileri benimsemeleri gerekmektedir.
Dernek, vakıf, kulüp ve topluluk gibi oluşumların aktifleşerek Türk milliyetçilerini bir araya getirmek ya da günümüzdeki ayrışmacı politik zihniyetle baş etme çabasına girdikleri görünse de ne yazık ki içinde bulunduğumuz durum bu tarz teşebbüslerle değil, daha büyük ve daha organize ulusal siyaset tarafından direnilebilecek düzeydedir. Dernek, vakıf, kulüp, topluluk ve şahıslar ise bu bağlamda parti ayrımı ve şahsi çıkar gözetmeksizin yapılacak her türlü direniş faaliyetine destekte bulunarak bu direniş mücadelesine katkıda bulunabilirler.
Günümüzde geldiğimiz noktada kişisel teşebbüsler dışında bir direniş göstermek ne yazık ki şu an için mümkün değildir. Zira işlevli bir sonuç verebilecek bir direniş için güçlü ve dirayetli bir organize olabilirlik yetisine sahip olmak önem arz etmektedir. Bunu sağlayabilmek ise doğru zamanda, doğru yerde olan kişilerle mümkün olacaktır. Bunu yapabilecek nitelikte kişilerin isimleri bilinmese de bu derece yaygın ve hemfikir olunan bir konuda bu gibi kişilerin var olmaması ise mümkün değildir.
Türk milliyetçilerinin, Türk tarihine olan borcu ödenmek zorundadır. Şahsi çıkarlarla, politik ya da ekonomik menfaatlerle bunu geciktirmek artık söz konusu değildir. Seni, beni, sizi, bizi geçiniz. “Türk için” deyiniz.
